Bugün, yine Tirol eyaleti sinirlari icerisinde bulunan Rattenberg'deydik. Inn nehri ve kayalik dag yamaci arasinda kurulmus olan bu sehir, 1200'lü yillarin mimari sitilini ve dokunuslarini halen korumaktadir.
Cam imalati, hediyelik cam tasarimlari ticareti ve turizm baslica gecim kaynagidir.
Sonntag, 30. Oktober 2011
Montag, 24. Oktober 2011
Avusturya'nin, en ünlü kayak merkezlerinden KITZBUHEL
Avusturya’nın en lüks kayak merkezlerinden birisi olan ve “Kitz” olarak bilinen lüks Kitzbühel, Hahnenkamm ve Kitzbüheler Horn Dağları arasında bulunur. "Kitz" türkce karsiligi, Geyiktir ve Kitzbuhel'in bir cok yerinde, resmini görebilirsiniz.Her kış yapılan Dünya Kupası Kayak Yarışlarının en zorlu pistlerinden birisi Hahnenkamm’ın Streif bayırıdır. Yazın, Tirolean kasabası, Avusturya Açık Turnuvası için akın eden tenis sevenleri agirlar. Arnavut kaldırımlı Orta Çağ sokakları, spor arabalar ve lüks butikler ile dolu olduğundan, Avrupalı zenginler arasında oldukca tercih edilen bir yerdir. Ayni zamanda Swarovski ailesinin de burada bir cok gayrimenkulu bulunmaktadir.
Dün, WKO ve 2 Media | Event- & Werbeagentur (Organizasyon firmasi)'un ortaklasa düzenledigi,gelinlik ve aksesuarlari fuarindaydik, özellikle geleneksel gelinlikleri cok güzeldi, herseyin gelenkesel ve kimligi olanini daha cok seviyorum...
Dün, WKO ve 2 Media | Event- & Werbeagentur (Organizasyon firmasi)'un ortaklasa düzenledigi,gelinlik ve aksesuarlari fuarindaydik, özellikle geleneksel gelinlikleri cok güzeldi, herseyin gelenkesel ve kimligi olanini daha cok seviyorum...
Montag, 17. Oktober 2011
HEPIMIZ BIRER YILDIZIZ. NE CIKAR ATESBÖCEGI SANSALAR BIZI
Hindistan'in unutulmaya yüz tutmus edebiyatcilarindan biridir RABİNDRANATH TAGORE. Onun bir sözüyle baslamak istedim yazima. Nedendir bu, Avrupa'ya, Amerika'ya hayranligimiz bilinmez ama ben de gec tanistim kendisiyle, eserlerini de kendimi elestirerek ,okuyorum simdilerde...Mesela hic anlam verememisimdir Türk doktorlarinin da,Yunan bilgin Hipokrat yerine neden örn. Ibni Sina yemini etmediklerini:) Neyse bugün TAGORE'nin bir öyküsünü paylasmak istiyorum.
“Ne güzel bir laf Tanrım. Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizliğimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize. Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak. Ne çıkar ateşböceği sansalar beni. Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup bir kuş gibi uçacağım özgürce. Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince. Oysa bir görebilsek bunu. Kalmadı böyle insanlar demesek. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak. İncinsek, yaralansak. Ne olur bir darbe daha alsak. Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu. Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez. Tekrar, tekrar bıkmadan denesek. Ve kucaklaşsak yeniden. Tıpkı eskisi gibi. Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi. O zaman fark edeceğiz. Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkûm ediyor bizleri. Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.
Rabindranath Tagore
“Ne güzel bir laf Tanrım. Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizliğimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize. Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak. Ne çıkar ateşböceği sansalar beni. Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup bir kuş gibi uçacağım özgürce. Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince. Oysa bir görebilsek bunu. Kalmadı böyle insanlar demesek. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak. İncinsek, yaralansak. Ne olur bir darbe daha alsak. Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu. Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez. Tekrar, tekrar bıkmadan denesek. Ve kucaklaşsak yeniden. Tıpkı eskisi gibi. Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi. O zaman fark edeceğiz. Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkûm ediyor bizleri. Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.
Rabindranath Tagore
Sonntag, 16. Oktober 2011
Facebook, Ekonomi ve Maslow ücgeni:))
Sizi bilmem ama ben sahsen Facebook'un Maslow teorisine direkt, Ekonomiye ise dolayli etkisini, keyifle izliyorum. Önceleri, ön yargiyla yaklastigim, simdilerde ise gözlem dünyama, güzel gözlemeler:) sunan bu platformu hepimiz ne cok sevdik ve meger ne kadar da ihtiyacimiz varmis böyle bir platforma... Mesela teknolojiye olan katkisini düsünürsek, fotograf makinasi, Laptop, Netbook ve daha niceleri neredeyse "Fizyolojik ihtiyaclarimiz" kategorisine girdiler. Kilik kiyafetimize daha bir itina gösterir olduk, gidecegimiz yerleri de ayni itinayla secer olduk, bazilarimiz model, bazilarimiz sair, bazilarimiz yazar, bazilarimiz felsefeci, bazilarimiz modaci, bazilarimiz ise sarkici olduk. Cok da iyi basardik, gezdigimiz, yedigimiz, her seyi fotograflar olduk. Bir cok konuda oldugu gibi bu konuda da, engel olamadigim bir aykirilik hissi var icimde, mesela, oglum kabiz oldugunda ve sonucta o malum olayi gerceklestirdiginde, cikan sonucu fotograflamayi cok istiyorum! ama olmuyor iste illa ki gezdigim yerleri , yedigim yemegi ya da kendimi fotograflamam gerek. Ama bunlarin benim icin önemi yok ki, bir keresinde büyük oglum ciddi sekilde kabiz olmustu mesela lavman yapmislardi. Sonuc harikaydi. O koku,o an dünyanin en güzel kokusuydu benim icin. Hatta esim ve ben neredeyse aglayacaktik. O sekil yani!:) Mesela, yedigim yemekteki, sarimsagin resmini cekmek istiyorum, Mozart'in evini degil de , yerdeki solucanin resmini cekmek ve onlari koymak istiyorum Face'e, ama henüz hazir degiliz degil mi böyle seylere...
Neyse, konumuza dönersek,ABD'li psikolog Abraham Maslow da yasasaydi, eminim, buluslarini Facebook öncesi ve Facebook sonrasi olarak tekrar irdelerdi...
Herseye ragmen ,hayatimiza, hos bir seda tadinda dokunan her sey gibi,Facebook'u da sevdik.
Maslow teorisi
Vikipedi
Maslow teorisinin veya ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisi, ABD'li psikolog Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayınlanmış bir çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir.
Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha 'üst ihtiyaçlar'ı tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini sözkonusu etmektedir. Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez.
Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.
Fizyolojik gereksinimler(nefes,besin,su,cinsellik,uyku,denge,boşaltım)
Güvenlik gereksinimi(vücut,iş,kaynak,etik,aile,sağlık,mülkiyet güvenliği)
Ait olma,sevgi,sevecenlik gereksinimi(arkadaşlık,aile,cinsel yakınlık)
Saygınlık gereksinimi(kendine saygı,güven,başarı,diğerlerinin saygısı,başkalarına saygı)
Kendini gerçekleştirme gereksinimi(erdem,yaratıcılık,doğallık,problem çözme,önyargısız olma,gerçeklerin kabulü)
Maslow'a göre birey için o an baskın olan gereksinimler hangi kategoriye ait gereksinimler ise, diğer deyişle günlük etkinlikleri ağırlıklı olarak hangi gereksinimleri doyurmaya yöneliyorsa, kişilik gelişmişlik düzeyi de onun istencinden ya da seçiminden bağımsız olarak bu gereksinim kategorisine karşılık gelen düzeyde bulunacaktır.
Belirli bir kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz, böyle gereksinimleri yoktur. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan bir insanın, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinimi yoktur.
Belirli bir gereksinim kategorisindeki gereksinimlerin karşılanması durumunda kişi, bir üst kategorideki gereksinimleri karşılamaya yönelecektir. Bu durum kişilik gelişme düzeyini de bir üst düzeye sürükleyecektir.
Kaynaklar [değiştir]
Maslow, A. H. (1943). A Theory of Human Motivation. Psychological Review, 50, 370-396.
Maslow, A. H. (1965). Eupsychian Management. Note that the Andy Kay featured in this book is the Andy Kay of Kaypro. Hardcover ISBN 0-87094-056-2, Paperback ISBN 0-256-00353-X.
Maslow, A. H. (1970). Motivation and Personality, 2nd. ed., New York, Harper & Row. ISBN 0-06-041987-3.
Wahba, M. A., Bridwell, L. G. (1976). Maslow reconsidered: A review of research on the need hierarchy theory. Organizational Behavior and Human Performance, 15, 212-240.
Neyse, konumuza dönersek,ABD'li psikolog Abraham Maslow da yasasaydi, eminim, buluslarini Facebook öncesi ve Facebook sonrasi olarak tekrar irdelerdi...
Herseye ragmen ,hayatimiza, hos bir seda tadinda dokunan her sey gibi,Facebook'u da sevdik.
Maslow teorisi
Vikipedi
Maslow teorisinin veya ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisi, ABD'li psikolog Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayınlanmış bir çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir.
Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha 'üst ihtiyaçlar'ı tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini sözkonusu etmektedir. Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez.
Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.
Fizyolojik gereksinimler(nefes,besin,su,cinsellik,uyku,denge,boşaltım)
Güvenlik gereksinimi(vücut,iş,kaynak,etik,aile,sağlık,mülkiyet güvenliği)
Ait olma,sevgi,sevecenlik gereksinimi(arkadaşlık,aile,cinsel yakınlık)
Saygınlık gereksinimi(kendine saygı,güven,başarı,diğerlerinin saygısı,başkalarına saygı)
Kendini gerçekleştirme gereksinimi(erdem,yaratıcılık,doğallık,problem çözme,önyargısız olma,gerçeklerin kabulü)
Maslow'a göre birey için o an baskın olan gereksinimler hangi kategoriye ait gereksinimler ise, diğer deyişle günlük etkinlikleri ağırlıklı olarak hangi gereksinimleri doyurmaya yöneliyorsa, kişilik gelişmişlik düzeyi de onun istencinden ya da seçiminden bağımsız olarak bu gereksinim kategorisine karşılık gelen düzeyde bulunacaktır.
Belirli bir kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz, böyle gereksinimleri yoktur. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan bir insanın, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinimi yoktur.
Belirli bir gereksinim kategorisindeki gereksinimlerin karşılanması durumunda kişi, bir üst kategorideki gereksinimleri karşılamaya yönelecektir. Bu durum kişilik gelişme düzeyini de bir üst düzeye sürükleyecektir.
Kaynaklar [değiştir]
Maslow, A. H. (1943). A Theory of Human Motivation. Psychological Review, 50, 370-396.
Maslow, A. H. (1965). Eupsychian Management. Note that the Andy Kay featured in this book is the Andy Kay of Kaypro. Hardcover ISBN 0-87094-056-2, Paperback ISBN 0-256-00353-X.
Maslow, A. H. (1970). Motivation and Personality, 2nd. ed., New York, Harper & Row. ISBN 0-06-041987-3.
Wahba, M. A., Bridwell, L. G. (1976). Maslow reconsidered: A review of research on the need hierarchy theory. Organizational Behavior and Human Performance, 15, 212-240.
Dienstag, 11. Oktober 2011
Montag, 10. Oktober 2011
Mittwoch, 5. Oktober 2011
Hindistan'da 4 Kural.
Hindistan'dan 4 kural
İlk kural : “ Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretir.”
İkinci kural : “ Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi deği......ştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. "Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı" gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.”
Üçüncü kural : “ İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.”
Dördüncü kural: “ Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir.”
Kendine iyi bak. Tüm kalbinle sev. Sonuna kadar hayatın tadını çıkar. Hayatındaki her gün bir hediyedir, kıymetini bil.
İlk kural : “ Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretir.”
İkinci kural : “ Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi deği......ştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. "Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı" gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.”
Üçüncü kural : “ İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.”
Dördüncü kural: “ Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir.”
Kendine iyi bak. Tüm kalbinle sev. Sonuna kadar hayatın tadını çıkar. Hayatındaki her gün bir hediyedir, kıymetini bil.
Düsünmeyi sevenlere,düsündüren hikayelerden biri ...
Zamanın birinde iki tane kız kardeş varmış, nasıl akıllılarmış anlatamam. Etraflarındaki ve okuldaki tüm bilgi onlara yetmez olmuş. Bir gün, anneleri onları dağdaki bilge adama götürmeye karar vermiş :
Kızlar, bilge adamla karşılaşınca ona sorular sormaya başlamışlar. Bilge adam bütün soruları doğru cevaplamış; kızlar çok sevinmişler ve annelerinden eğitimleri için bir süreliğine izin isteyerek bilge adamın yanında kalmışlar.
Sordukları soruların hepsinin cevabı doğruymuş. Bir süre çok mutlu olmuşlar; ama sonra sıkılmaya başlamışlar. “Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım” diye düşünmüşler. Kızlardan biri bir gün “Buldum!” diye sevinmiş. “İki elimin arasına bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım, “Avucumun içinde bir kelebek var. Canlı mı, ölü mü? “Ölü” derse kelebeği bırakacağım. “Canlı” derse avucumu hafifçe bastıracağım. Her ne derse cevabı bilemeyecek.” Kızlardan birisi kapalı tuttuğu ellerini bilge doğru uzatmış. (Şimdi lütfen siz de yapın. Avuçlarınız birbirine bakacak şekilde ellerinizi birleştirin ve uzatın. Ben açın deyinceye kadar da açmayın.)
VE sormuş:
“Avucumun içinde bir kelebek var; canlı mı, ölü mü?”
Bilge adam cevap vermeden önce uzun süre kızın gözlerine bakmış ve cevaplamış :
“Senin ellerinde kızım. Senin ellerinde…”
Kızlar, bilge adamla karşılaşınca ona sorular sormaya başlamışlar. Bilge adam bütün soruları doğru cevaplamış; kızlar çok sevinmişler ve annelerinden eğitimleri için bir süreliğine izin isteyerek bilge adamın yanında kalmışlar.
Sordukları soruların hepsinin cevabı doğruymuş. Bir süre çok mutlu olmuşlar; ama sonra sıkılmaya başlamışlar. “Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım” diye düşünmüşler. Kızlardan biri bir gün “Buldum!” diye sevinmiş. “İki elimin arasına bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım, “Avucumun içinde bir kelebek var. Canlı mı, ölü mü? “Ölü” derse kelebeği bırakacağım. “Canlı” derse avucumu hafifçe bastıracağım. Her ne derse cevabı bilemeyecek.” Kızlardan birisi kapalı tuttuğu ellerini bilge doğru uzatmış. (Şimdi lütfen siz de yapın. Avuçlarınız birbirine bakacak şekilde ellerinizi birleştirin ve uzatın. Ben açın deyinceye kadar da açmayın.)
VE sormuş:
“Avucumun içinde bir kelebek var; canlı mı, ölü mü?”
Bilge adam cevap vermeden önce uzun süre kızın gözlerine bakmış ve cevaplamış :
“Senin ellerinde kızım. Senin ellerinde…”
Dienstag, 4. Oktober 2011
TAUFKLEID,FESTKLEID, BEBEK ABIYESI; ÖZEL TASARIM
Bugün, tasarimlari BABU KIDS'e ait olan bir kac modeli paylasmak istiyorum. Vaftiz elbisesi, özel gün kiyafeti ve mevlüt elbisesi olarak da kullanilabilen bu modeller, sapkasiyla birlikte satisa sunuluyor. Türkiyede uygulanan beden standartlarinda 6 aylik bir bebek icin, Avrupa ülkelerinde ise 68 bedene tekabül ediyor. Geleneksel olanin disina cikmayi, siradisi olmayi seven anneler icin...
Samstag, 1. Oktober 2011
ANKA KUSU (PHOENIX), BENNU
EFSANESİ:
Rivayet olunur ki;
Kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüt-ü Anka, Kaknus, ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden, daha güclü bir sekilde dirilmesidir...
(Hayatinda zorluklar yasayan ve tekrar ayaga kalmayi basaran bir cok insanda da olan bir özelliktir bu ve bu yüzden daha özel bir anlami vardir bizim icin. Misir mitolojisinde "BENNU" olarak da bilinir. Eger bir kiz cocugum olsaydi,ismini "Bennu" koymayi cok isterdim.)
Kuşlar Simurg‘a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş.
Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış.
Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi…
İstek,
Aşk,
Marifet,
İstisna,
Tevhit,
Hayret ve
Yokluk vadileri…
Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar.
İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş…
“Ask Denizi”nden geçmişler önce…”.
“Ayrılık Vadisi”nden uçmuşlar…” .
“Hırs Ovası”nı aşıp,
“kıskançlık Gölü”ne sapmışlar…
Kuşların kimi “Ask Denizi”ne dalmış,
Kimi “Ayrılık vadisinde kopmuş sürüden…
Kimi hırslanıp düşmüş ovaya,
Kimi kıskanıp batmış göle…
Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış) ;
Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış;
Baykuş yıkıntılarını özlemiş;
Balıkçıl kuşu bataklığını.
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.
Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi
“şaşkınlık” ve sonuncusu Yedinci Vadi “yokoluş”ta bütün kuşlar umutlarını
Yitirmiş…
Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.
Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş:
Farsça “si”, “otuz” demektir… murg” ise “kuş”…
Simurg’un yuvasını bulunca anlamışlar ki; “Simurg – otuz kuş” demekmiş.
Onların hepsi Simurg’mus.
30 kuş, anlamışlar ki,
Aradıkları sultan, kendileridir
Ve
Gerçek yolculuk,
Kendine yapılan yolculuktur.
KAYNAKÇA:
1. Doç. Dr. Ali Duymaz. Anadolu ve Balkan Türklerinin Halk Anlatmalarında Mitolojik Bir Kuş: Zümrüdü Anka.. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 1 Sayı: 1 Yıl: 1998.
2. Yard. Doç. Dr. Erdoğan Altınkaynak. Yer Altı Diyarının Kartalı.. erdoganaltinkaynak.com.
3. H. Dilek Batîslam. Divan Şiirinin Mitolojik Kuşları: Hümâ, Anka ve Simurg.. Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi,İstanbul 2002, 185-208.
Rivayet olunur ki;
Kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüt-ü Anka, Kaknus, ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden, daha güclü bir sekilde dirilmesidir...
(Hayatinda zorluklar yasayan ve tekrar ayaga kalmayi basaran bir cok insanda da olan bir özelliktir bu ve bu yüzden daha özel bir anlami vardir bizim icin. Misir mitolojisinde "BENNU" olarak da bilinir. Eger bir kiz cocugum olsaydi,ismini "Bennu" koymayi cok isterdim.)
Kuşlar Simurg‘a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş.
Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış.
Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi…
İstek,
Aşk,
Marifet,
İstisna,
Tevhit,
Hayret ve
Yokluk vadileri…
Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar.
İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş…
“Ask Denizi”nden geçmişler önce…”.
“Ayrılık Vadisi”nden uçmuşlar…” .
“Hırs Ovası”nı aşıp,
“kıskançlık Gölü”ne sapmışlar…
Kuşların kimi “Ask Denizi”ne dalmış,
Kimi “Ayrılık vadisinde kopmuş sürüden…
Kimi hırslanıp düşmüş ovaya,
Kimi kıskanıp batmış göle…
Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış) ;
Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış;
Baykuş yıkıntılarını özlemiş;
Balıkçıl kuşu bataklığını.
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.
Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi
“şaşkınlık” ve sonuncusu Yedinci Vadi “yokoluş”ta bütün kuşlar umutlarını
Yitirmiş…
Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.
Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş:
Farsça “si”, “otuz” demektir… murg” ise “kuş”…
Simurg’un yuvasını bulunca anlamışlar ki; “Simurg – otuz kuş” demekmiş.
Onların hepsi Simurg’mus.
30 kuş, anlamışlar ki,
Aradıkları sultan, kendileridir
Ve
Gerçek yolculuk,
Kendine yapılan yolculuktur.
KAYNAKÇA:
1. Doç. Dr. Ali Duymaz. Anadolu ve Balkan Türklerinin Halk Anlatmalarında Mitolojik Bir Kuş: Zümrüdü Anka.. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 1 Sayı: 1 Yıl: 1998.
2. Yard. Doç. Dr. Erdoğan Altınkaynak. Yer Altı Diyarının Kartalı.. erdoganaltinkaynak.com.
3. H. Dilek Batîslam. Divan Şiirinin Mitolojik Kuşları: Hümâ, Anka ve Simurg.. Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi,İstanbul 2002, 185-208.
Abonnieren
Posts (Atom)